TÜRKİYE EKONOMİ NOTU-2

TEVFİK FİKRET CENGİZ

Geçen sayımızda sizlere, Dünya Bankası Türkiye programında Baş Ekonomist olarak görev yapan Marina Wes ve Ekonomist Cevdet Cağdaş Ünal’ın Türkiye Ekonomi Notu başlıklı raporunu birinci bölümünü aynen aktarmıştım. Şimdi ikinci bölümü sizlerle paylaşıyorum.  

Küresel finansal koşullardaki belirsizlikler, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nı (TCMB) sıkılaştırıcı politikalar uygulamaya yöneltti. Fed’in varlık alımlarını azaltmayı planladığına ilişkin yaptığı duyuru diğer gelişmekte olan ülkelerin para birimleriyle birlikte Türk Lirası üzerinde de baskı yarattı. Dış dengesizliklerinin büyüklüğü nedeniyle Türkiye bu durumdan benzer ülkelere göre daha çok etkilendi. Bu duruma, TCMB faiz koridorunun üst bandını Temmuz’dan itibaren toplamda 125 baz puan artırıp, yüzde 7.75 yaparak reaksiyon verdi.  Buna ek olarak, Merkez Bankası `istisnai gün` (bu günlerde Banka piyasaya politika faizi olan yüzde 4.5’den likidite sağlamıyor) sayısını da ikiye çıkardı. Bunların sonucu olarak, Temmuz da yüzde 6 olan bankalar arası gecelik faiz oranı Aralık 2013’de yüzde 7.75’e çıktı. Aynı dönemde, Merkez Bankası kısa vadeli sermaye girişini, bankalar arası piyasadaki faiz oynaklığı ile caydırma yaklaşımından vazgeçerek görece yüksek kur oynaklığını kabul eden ve faiz belirsizliğini azaltan bir politika duruşuna geçti. Önümüzdeki dönemde küresel likidite koşullarında yaşanabilecek normalleşmenin, Merkez Bankası’nın ekonomiyi destekleyici politikalar için manevra alanını daraltabileceğini öngörüyoruz.

İç talepteki toparlanmanın da etkisiyle, 2013 yılının ilk on ayında bütçe performansı başarılıydı. Yılın başından bu yana gerçekleşen merkezi yönetim bütçe açığı Ekim 2013`de 7.6 milyar TL`ye ulaşırken, bu rakam düzeltilmiş 2013 yıl sonu hedefinin yüzde 39.2`sine denk geliyor (hedefin GSYH` ye oranı yüzde 1.2). Aynı dönemde, yıl başından bu yana gerçekleşen faiz dışı fazla da 38.6 milyar TL`ye ulaştı ve resmi yıl sonu hedefi olan 31.1 milyar TL’nin (GSYH`ye oranı yüzde 2) üzerinde yer aldı. Bu olumlu gelişmelerin ardındaki temel faktör ise 2013 yılının   ilk   on   ayında   reel   olarak   yüzde   10.3   artan   vergi gelirleriydi.  İç  talepteki  güçlü  toparlanma  ve  vergi yapılandırması (2011 yılından beri yapılandırma programı çerçevesinde 24.3 milyar TL toplandı) vergi gelirlerindeki artışın nedenleri olarak ön plana çıkıyor. Aynı dönemde, sermaye harcamaları ve transferlerindeki artışın da etkisiyle kamu harcamaları reel olarak yüzde 5.4 arttı. Vergi gelirlerinin yüksek oranda iç talebe bağımlı olması ve harcama tarafının katı yapısı ileriye dönük mali riskler yaratıyor.

2014 yılında ekonomik büyümenin potansiyelin altında kalacağını ve hem enflasyonun hem de cari açığın azalacağını tahmin  ediyoruz.  2013  yılında  büyümenin  lokomotiflerinden biri olan kamu yatırımlarının 2014 yılında daha az artması bekleniyor. Parasal sıkılaşma, son dönemdeki BDDK`nin aldığı önlemler ve 2013 yılından gelen olumsuz baz etkisi nedeniyle özel tüketimin de görece olarak hız kaybedeceğini tahmin ediyoruz. Diğer taraftan, azalan yurtiçi faiz oynaklığının ve artan kapasite kullanım oranının özel yatırımların toparlanmasına katkı sağlayabileceğini ve daha da toparlanan AB talebinin ihracat performansını   destekleyeceğini düşünüyoruz.  Sonuç   olarak, 2014’de ekonomik büyümenin potansiyelin altında, yüzde 3.5 seviyesinde kalacağını, cari açığın GSYH`nin yüzde 7’si civarına, yıl sonu enflasyonunun ise yüzde 6’ya gerileyeceğini öngörüyoruz.

Önümüzdeki dönemde, normalleşen küresel likidite koşulları dış finansman kaynaklarını sınırlayabilir ve bu da Türkiye’nin potansiyel altı bir büyüme dönemine girmesine neden olabilir. Temel senaryoda, önümüzdeki dönemde yaşanacak küresel sermaye koşullarının normalleşmesi ile artacak maliyetlere rağmen Türkiye’nin yılda yüzde 7 oranında cari açığı finanse edebileceğini  düşünüyoruz.  Enerji  fiyatlarında  bir  değişiklik olmadığını varsayarak, bu cari açık miktarı orta  vadeli yüzde 4 civarında bir büyüme oranıyla tutarlı görünüyor. Öte yandan, Türkiye’nin ekonomik temelleri geçmişteki yerli kriz dönemlerine göre çok daha sağlam ve yakın gelecekte ödemeler dengesi krizi yaşama riski oldukça düşük. Bununla birlikte, Türkiye’nin yüksek orandaki dış finansman ihtiyacı, küresel risk iştahındaki sert değişikliklere karşı kırılganlık yaratıyor. Dolayısıyla, önümüzdeki dönemde ülke bu kırılganlığı azaltmak için potansiyel altı bir büyüme patikasına razı olmak durumunda kalabilir.

Yapısal reformlara devam etmek, Türkiye’nin dış finansmana bağımlılığını ve büyüme oynaklığını orta vadede azaltmasına yardımcı olacaktır. Hükümet Onuncu Kalkınma Planı’nı Temmuz 2013 de yayınlayarak geniş bir reform ajandasının çerçevesini çizdi. Bu senenin başında uygulamaya konan Bireysel Emeklilik Sistemi’ndeki değişiklikler, sisteme katılımı yılın ilk yarısında geçtiğimiz  yıla  oranla  yüzde  30  artırırken,  kısa  vadede  çok önemli iki reform göze çarpıyor. Şu an Meclis’te görüşülen yeni gelir  vergisi  yasası,  gelir  vergisi  sistemini  sadeleştiriyor  ve uluslar arası iyi uygulamalarla tutarlı bir hale getiriyor. Öte yandan,  yeni  istihdam  stratejisinin  tamamlanması  ve uygulamaya konmasının da, iş gücü piyasasının daha esnek bir hale getirebileceğini ve (özellikle kadınlar içim) düşük iş gücüne katılım oranının yükselmesine yardımcı olabileceğini düşünüyoruz. Bunlara ek olarak, orta vadede, eğitim kalitesinin daha da iyileştirilmesi, yüksek teknoloji ve inovasyona dayalı büyüme  rotasına  girmek açısından  kritik öneme sahip  olarak öne çıkıyor.

İletişim: Marina Wes:
[email protected]
Cevdet Cağdaş Ünal: 
[email protected]